Günlerden Cumartesi,
Tersaneler caddesinde yürüyorum yağmur çiselerken…
Denizin uğultusu ile birlikte rüzgarın sesini dinliyorum.
Gökyüzü yine koyu gri bulutlarla kaplanmış…
Arada şiddetlenen yağmur!
Alabildiğine özgür esen rüzgar…
Bu havalar, insanın hüzünlenmesi için yeter de artar bile…
* * *
Hüzünlüyüm…
Yirmi bin insanın işsiz kaldığı Tuzla’da, yaşama ilişkin ne düşleyebilir ki insan…
Son bir yılda yaşadıklarımız ve bundan sonra yaşayacaklarımız…
* * *
İbrahim Usta; "Tuzla’da durum fena değil" diyordu.
Belki işsizlik devam ediyordu ama çok şükür karınlar doyuyordu.
İşçilerin, devletin işsizlik fonundan yararlanmaları da mümkündü.
Hatta pencerelerindeki çiçekleri de suluyorlardı.
Yakında Tuzla’da özel bir konser bile planlanıyordu!..
* * *
İbrahim Usta’nın beş hemşerisiyle birlikte kaldığı evi merak ettim ve ziyarete gittim.
Oradaki durumun İbrahim Usta’nın anlattıklarından biraz farklı olduğunu gördüm.
Usta, kapıyı açtığında, vücut ve idrar kokusuyla karışmış bir küf kokusu kapladı havayı.
Yanımdakiler benimle birlikte odaya girmeye isteksiz gibiydi.
Çürümeye yüz tutmuş yataklarda, 4 zavallı insancık, çeşitli izlerle dolu çarşafların üzerinde oturuyorlardı.
2006 yılında görüntüleri medyaya yansıyan işçi barınaklarının korkunç durumu daha da vahim bir hal almıştı…
Karşımda yatakların üstünde, çukurlarına kaçmış kara gözler görüyordum.
Öğleden sonraydı.
İbrahim Usta yeni yemek yediklerini söyledi.
Soramadım ne yediklerini…
Yedikleriyle karınlarının doyduğu tartışılabilir belki ama beslenemedikleri kesin...
Bu zavallı haldeki insanlar sadece tek bir oda dolusu olsa, iyi.
Daha binlercesi var. Yaşları 17 ile 60 arasında değişiyor.
Genç ve yaşlıları birbirinden ayırmak güç.
Kısa kesilmiş saçları, uzamış sakalları ve paçavra gibi giysileriyle depremzedeleri andırıyorlar.
* * *
Böyle koşullarda yaşayan bu zavallı insanlar genç yaşta, yoksul ana babalarını, memleketlerini, sevdiklerini terk edip nerede iş buldularsa orayı memleket ediniyorlar.
Amaç para kazanmak ve kazandıklarının tamamını biriktirmek,
para ile memlekete dönmek.
Para yoksa memleket yok, ana yok, baba yok, sevgili hiç yok….
* * *
İbrahim Usta’ya hemşerilerinin yaşlarını soruyorum ama Usta’nın yaşlar hakkında en ufak bir fikri bile yok.
İkisi en az 18 yaşında olmaları gerekiyor ama çok daha genç görünüyorlar.
Akıl sağlığı bozuk olduğu gayet açık şekilde görülen biri, diğeri ile paylaştıkları yatağın pis çarşafları arasına sinmiş.
İnanılmaz derecede zayıf.
İbrahim Usta, bu gencin konuşamadığını söyledi.
Arayanı soranı yokmuş. Onlar sahiplenmişler…
Ciddi bir hastalığı olduğundan şüpheleniyorlar, ama kimse de emin olamıyor.
Doktor, tedavi, ilaç !..
Biz odadan ayrılırken bu çocuk sessizce, ileri geri sallanmaya başlıyor.
* * *
Burası Tuzla’nın Aydınlı Köyü.
İstanbul’dan uzaklığı yarım saat bile değil.
İstanbul, günümüzde Türk ekonomisinin merkezi.
2010 Kültür Başkenti….
Büyük alanlarda neonlarla ünlü batılı markalarının reklamları yer alıyor.
Alışveriş merkezleri, hediye alan ailelerle dolup taşıyor.
* * *
İbrahim Usta tam olarak bilmiyordu bu köydeki evlerin perişan duvarları arasında kapalı kalmış işsiz sayısını.
Sobalarının aylardır yanmadığını anlattı.
Dondurucu bir soğuk vardı binada.
Yatağının üzerinde ileri geri sallanan gencin nefesi neredeyse buz kesiyordu havada.
Komşu binada ise hasta oldukları belli olan 2 kişi, yüzleri eskimiş çek yatlar üzerine adeta atılmış gibiydiler.
En az 40 yaşında olduklarını söylediler bu kişilerin, ama ufacık yüzleri ve bedenleri, çok daha genç olduklarına işaret ediyordu.
Sağlam durumdaki insanların aksine, bunların soğuktan korunmak için bile giysileri yoktu.
Olanlar da paçavradan öteye gitmiyordu.
Havada, ağır bir beden kokusu vardı ve gözlerden, akıllardan uzak tutulmak istenen insanlar aynen var olmaya devam ediyordu.
* * *
İbrahim Ustaları düşünüyorum yağmur altında dolaşırken.
Umutlarım tükendi…
Anımsamak istemiyorum hiçbir şeyi…
Halbuki biz, insanlık dışı koşulları değiştirme, insan hakları uygulamalarını düzeltme sözü vermemiş miydik Avrupa Birliği üyeliği için.