Benimle mutlu olamazsan,
başkasıyla da olamazsın
Bir fırtınada,
kaybolan bir zamanın içinde, çok derinlerde...
Ya da kara kış soğuğunda sac yığınları arasındaki kamaranda.
Yalnızken...
Oturup düşünürken,
İnsanın içinin daraldığı hüzünlü günler vardır ya hani!
İşte öyle bir günümdeyim.
Soruyorum kendi kendime…
Denizin dalgaları;
esen yelin şiddetini mi gösterir, yoksa uzun soluklu hasreti mi?
Denize ilk çıkışımı düşünüyorum.
Sene 1974…
Eskişehir gemisinde Tosun Kaptan’la birlikteyim.
Köprüstünden o davudi sesiyle bağırıyor.
“İki gündür sancakta aynı feneri görüyorum ulan,
yol verin şu lanet gemiyee!..”
Baştan esen 8 kuvvetinde rüzgara karşı sitimle çalışan ana makineye tam yol verilmiş ancak sürat sıfır mil.
Ne demiş şair;
“Dinle bak
yeryüzü soluk alıp veriyor…”
* * *
Koyu gri bulutlarla kaplı gökyüzünde güneşi arıyor gözlerim.
Kalın bulutların arasından bir anlık bile olsa yüzünü gösteren güneş,
hüzünleri çoğaltan köpüklere rağmen, garip bir huzur veriyor gökkuşağının yedi rengi gibi.
Bilir misiniz, böyle havalarda yüreğinin derinliklerinde ince bir sızı hisseder denizci.
Kalp atışı hızlanır, iştahı kesilir.
Uyuyamaz…
Bu durum denizcinin sıkça yaşadığı ve hiç yabancı olmadığı bir yaşam biçimidir aslında…
Makinacı makine dairesinden, güverteci köprüstünden ayrılmak istemez nedense….
1982 kışı…
Atlantik Okyanusunun tam ortasında 43 000 tonluk dökmeci gemi 8-9 kuvvetindeki havada sallan yuvarlan yol almaya çalışıyor.
Norfolk’tan yüklediği mısırı Rostock’ kentine götüren geminin resmi belgeleri tamam olmasına rağmen, her tarafı dökülüyor.
Eski, bakımsız, kötü bir gemi…
Yer köprüstü,
Alınan hava raporlarında 12 kuvvetinde fırtına için uyarılar geliyor sürekli.
Kaptan, 2. Kaptan, Başmühendis, Telsiz Zabiti ve pratikten yetişmiş çakal lakaplı vardiya zabiti Dursun Kaptan toplanmışlar.
Hepsi huzursuz, hepsi tedirgin…
Yetmez gibi telaş içinde aşçıbaşı giriyor içeri.
“Aşağıda tencereler birbirine girdi, tabaklar, bardaklar kırıldı Suvari Bey… N’apacağız?”
! ….
Son hava raporu gözden geçirilip, yapılacaklar konuşuluyor.
Kaptanın gözü sürekli barometrede. Parmağı ile vuruyor ve okuyor..
“Baksana çok hızlı düşüyor”**
Bir aralık köprü üstündeki barometre yanlış mı gösteriyor? diye düşünmüş olacak ki Kaptan:
“Dursun Kaptan” diyor.
“Benim kamaraya inip barometreyi bir tıklasana.”
Başını “tamam” anlamında sallayan Dursun Kaptan dışarı çıkıyor.
Birkaç saniye sonra tekrar kapıyı açıyor.
Kafasını içeri uzatıp,
“ Suvari Bey” diyor,
“Tıkladıktan sonra okuyayım mı?..”
Sis denize inerken...
Gün batarken, akşam erken olurken...
Sabah uyandığımızda, güneşin parlaklığı acıtırken gözlerimizi...
Senin, benim, tüm denizcilerin yüreklerinde sevda ateşi, hasret, özlem...
Denizcilik...
Kar değildir, tipi değildir, yağmur, fırtına, tayfun değildir.
Sevdanın, aşkın rengidir,
Vazgeçilmesi çok zor olan bir tutkudur o !
* * *
Hava sakinlediğinde başımı kaldırıp göğe bakıyorum uzun uzun.
İçim kabarıyor, tarifsiz bir coşkuyla türkü söylemek istiyorum avaz avaz …
Denizci milleti olmadığımızdan deniz türkülerimiz çok fazla değil aslında.
Olanlar da genellikle yalnızlıktan veya hasretten bahseder.
Yalnızlığın hayallere dönüştüğü vardiyalarda söylenen o türkülerde bir sevgili vardır hep.
O sevgili, denizcinin kalbinde sızı, başında duman,
kitabının arasında fotoğraftır.
Uçsuz bucaksız denizlere doğru söylenen şarkıdır, türküdür, şiirdir…
Denizci olmak kadar limanda bekleyen olmak da zordur aslında.
Denizcinin yüzü yanıksa, bekleyenin kalbi yanıktır çünkü.
Bekleyen birinin ağzından yazdığı şiirinde derki Yunan Kavafis;
“ Yeni ülkeler bulamayacaksın, başka denizler bulamayacaksın.
Bu kent peşini bırakmayacak.
Bir gemi yok, bir yol yok sana.
Değil mi ki hayatına kıydın burada”
Noktayı da şöyle koyar şair:
“Nasıl geçirdiysen ömrünü burada, öyle geçireceksin demektir bütün yeryüzünde”
Bu da denizciye “Hiç boşuna uğraşma benimle mutlu olamazsan, başkasıyla da olamazsın” demenin şaircesidir.
* * *
Kim bilir kaç bekleyenin aklından geçmiştir bu sözler.
Bazısı söyleyebilmiş, bazısı içine atmıştır.
Denizlerde dolaşanlar bu gerçeği er geç anlamışlardır.
“Yeni bir deniz bulamazsın” diyen kişi bir gün gelmiştir akıllara.
Bazen erken,
bazen de iş işten geçtikten sonra…
* Barometre yaylı bir sistemle çalıştığından, takılmış olması ihtimaline karşılık, yanlış okunmasın diye okunmadan önce parmakla hafifçe vurularak, tıklatılır.