Hayat ağır denizlerin dalgalarını anımsatır bazen bana…
Kimi fotoğraflar da, o hayatın derinliğindeki iyi-kötü yaşanmışlıkları, acıları, hüzünleri ve zamanın nasıl acımasız akıp gittiğini yansıtır.
Tıpkı Edip Cansever’in dizeleri gibi…
“Yaşlandıkta ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa?
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu”
İnsanların bir semt veya bir bozacı isminden ibaret sandıkları;
aslında nasıl da dolu, nasıl da insanlık kokan; unutulmuş gitmiş bir kavramdı günlerdir beynimi kemiren…
Vefa !..
Güvenin ve gerçeğin en yakın arkadaşı, belki de olmazsa olmazı.
Her kaybedilenin arkasından bakıldığında bulunan tek eksik…
Fark etmeden atlanan, yaşamadan anlanamayan, herkese verilemeyen bir kavram.
Tüm bunlar, Sevgili Yılmaz Savaşer’in elime tutuşturup “Bulardan tanıdıkların var mı?” diye sorduğu fotoğraflara baktığımda kafama takıldı.
Sevdiği bir insanla neler yaşadığını, neleri paylaştığını yaşarken tam olarak anlayamamak sanırım insanın doğasında olan bir özellik.
Yaşananların –iyi ya da kötü- neler olduğunu anlayabilmek için o insanı kaybetmek, kimi zaman geç kalmış bir kavrayışa, bir vicdan azabına neden olabiliyor.
Böyle bir kaybı, sonraki yaşam sürecinde olumlu bir bilgeliğe dönüştürmek gerekiyor belki. Zira insan, olumlu duygularıyla yücelir ve erdeme sahip olur.
Erdem kolay kazanılan bir nitelik değildir. Erdemler, nice yaşanmışlıkların kavrandığı, dersler alındığı, nice karar kavşaklarında acılar çekildiği, nice mutlu anların süzülmüş hazlarının anılara katıldığı bir yolculuktur.
Demem o ki, vefa duygusu modası geçmeyen bir güzelliktir.
Vefa hem kültürümüzün hem de evrensel değerlerin temel ilkelerinden biridir.
Bu yüzden dostluklar önemlidir, ağabeylik - kardeşlik önemlidir, öğretmenlik önemlidir, tüm bunlara sahip çıkmak önemlidir.
Resimdeki insanların etrafı zamanında insanlardan geçilmezdi. Odaları öğrencileriyle dolu olurdu. Dersten derse girerler, dersten arta kalan zamanlarını bizimle geçirirler, hafta boyunca evlerine gidemedikleri bile olurdu.
Şimdi ise çoğunu kaybettik.
Yaşayanlar ise yalnızlıktan, yapayalnız kalmaktan şikayetçiler. Onlar emekli olduktan sonra etrafını dolduran, odasından ayrılmayan insanlar bir anda yok olmuşlardı.
Şunu bilir şunu söylerim arkadaş!..
Bu dünyada yapayalnız kalınca ölüyor insan…
Eğer bu dünyada seveniniz yoksa, ilgileneniniz yoksa, sesler, kahkahalar, dostlar yoksa, sevgiyle gözünüzün içine bakıp, “İyi misin?” diyeniniz yoksa yaşamaya değer bir şey kalmıyor…
İşte o zaman ölüyor insan.
Bu yüzden toplumlar, özellikle de kurumlar emeği geçen insanları unutmamalı, unutturmamalıdırlar.
Aman siz, fotoğraflardaki öğretmenlerin öğrencileri…
Yüreğinizin derinlerinde dolaşan vefa duygusunu sakın ola ki yitirmeyin…
İçinizdeki şarkıyı bitirmeyin.
Sarılın yalnızlık çeken ağabeylerinize, öğretmenlerinize, öpün ellerinden…