TARİHSEL AÇIDAN TÜRKİYE –RUSYA İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI
Malumunuz olduğu veçhile Rusya ha girdi ha girecek derken Ukrayna’ya karşı resmen savaş ilan edip, 821 ayrı stratejik noktaya ve tesislere saldırarak bu ülkeyi savunma yapamayacak bir noktaya getirme gayreti içine girmiştir.
Hiç bir şekil de savaşı, hele hele güçlünün, sahip olduğu üstünlük ile zayıfı ezmesini kabul etmeyen biri olarak Ukrayna halkına reva görülen bu durumu ve daha önce benzerlerini yaşadığımız ABD ve Batının bu coğrafyada eski SSCB üyesi ülkeleri Rusya’ya karşı kışkırtarak daha sonra onları yalnız ve savunmasız bırakmasını da anlayabilmemiz ve tasvip etmemiz mümkün değildir.
Bir dönem yan görev olarak International Staff (DSA-Ham Petrol Brokeri) ve bir kerede National Staff olarak toplantılarına katıldığım NATO’nun Ukrayna’yı Rusya karşısında asker göndererek koruma konusundaki ikircikli tutumunu da pek anlamış değilim. NATO’nun üyesi olmayan bir ülkeye bu konuda yardım etme konusunda bir hukuki sorumluluğu olmamakla beraber, NATO üyesi ülkelerin böyle bir umudu Ukrayna hükümeti nezdin de uyandırdıktan sonra vicdani sorumluluğu doğmuş olup, işi palyatif bazı ekonomik yaptırımlar ile geçiştirmelerini ahlaki bulmakta mümkün değildir. Ancak ne yazık ki , dünyanın gerçeği budur.
Bu yeni bir şey olmayıp, değişeceği de yoktur. Bu dünyada en basit ve sansürlü ifadesi ile ‘’elin çubuğu ile davar güdülmez.’’ Ukrayna’yı yönetenlerin bunu önceden değerlendirmesi gerekirdi .
Hal böyle olmakla beraber Ukrayna’nın oligarkları şimdiden ülkeyi terk etmiş olup, savaşta da barışta da ezilen gariban halk olmaktadır.
Çarlık zamanında ezilen horlanan ve ezilen gariban halk, sefa süren ise tepede çarlık hanedanı ve onların çevresindeki bir grup azınlık olurken, Bolşevik ihtilali sonrası ise tepedekilerin yerini alan Komünist Parti Politbüro üyeleri ve sempatizanları, ezilen ise yine halk olmuştur.
3. sanayi devrimi sonrası değişen yeni küresel iktisadi düzen ve küreselleşme karşısında iktisadi sorunlar ile karşı karşıya kalan SSCB ülkeleri bu sıkıntılı durumdan çıkarak yeniden yapılanmak üzere Gorbaçov’un 1985 yılında uygulamaya koyduğu Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) olarak adlandırılan siyasi ve ekonomi politikaları başarılı olmamış, istenilen karşılığı yaratmamış, Gorbaçov’un SBKP etkisini azaltmak üzere parti sosyalizminden devlet sosyalizmine geçiş hamlesini sürdürme gayretine rağmen istenilen sonuç elde edilememiştir. SSCB üyesi federasyonlar otonom ve bağımsızlıklarını istemişler ve SBKP dışında işçi örgütleri ve SBKP dan bağımsız yeni partiler kurulmuş, demokratik hareketler giderek artmıştır. Böylece Gorbaçov hareketi 1991 yılında resmen SSCB’liğinin dağılmasına Leninizim ve Stalinizm politikalarının ve dolayısı ile Komünizmin çöküşüne sebebiyet vermiştir. Tabi bu çözülmede Doğu Avrupa ülkelerindeki demokrasi hareketleri, Doğu Almanya, Batı Almanya birleşmesi de önemli rol oynamıştır.
Ancak bu dağılmadan sonra geçiş süreci Batının finansal yardımlarına rağmen çok da kolay olmamış, eski SSCB ülkeleri sudan çıkmış balığa dönmüşlerdir. Bu dağılma süreci içinde KGB ajanları ve üst görevde bulunan devlet memurları bulundukları ülkelerin zenginliklerini yağmalarlarken ve buna Batı ülkelerinin şirketleri de ortak olurken, SBKP üyeleri ise bulundukları ülkelerde (federasyonlarda) siyasi erki ele geçirerek sözde demokrasi kurmuşlardır.
Sovyetler Birliği çöktüğünde Batının ve NATO’nun en büyük korkusu , gerekli yardımı yapmamaları halinde bu ülkelerin yeniden sosyalizm yada komünizme dönmeleri değil, faşizme meyletmeleri olmuştur.
Bu dağılma sonucu soğuk savaşın bitmesi ile, bilinen ve gücü kestirilebilen düşman yerine artık nerede ne zaman ortaya çıkacağı bilinmeyen ,gücü kestirilemeyen terör örgütleri yeni düşman olarak tanımlanmıştır. Nitekim NATO ülkelerini bu terör örgütleri rahatsız etmiştir.
Diğer taraftan ilk başlarda yeni duruma adapte olma sürecinde sıkıntı çeken eski SSCB üyesi ülkelerde doğal zenginlikleri sayesinde kısa bir süre sonra toparlanma olmuş, eski SBKP üyeleri elde ettikleri siyasi tecrübe , milliyetçi politikaları ve eski rejim karşıtlıkları, ancak Rusya’yı rahatsız etmeyen tutumları ile siyasete hakim olarak iktidarı ele geçirmişler, buna bağlı olarak ekonomiyi de kendi çıkarlarına olmak üzere kontrol eder olmuşlardır. Her ülkenin mafyası ve buna bağlı olarak, siyasi otorite tarafından da desteklenen oligartları ,devlet destekli yeni dolar milyonerleri oluşmuştur. Sistem kendi burjuvasını oluşturmuş, çoklukla eskinin komünistleri yeninin kapitalistleri olmuşlardır.
Bu gün birçok Türki devlet dahil bu coğrafya da tam bir demokrasiden söz edebilmek mümkün değildir. Korkulan olmuş ve zaman içinde bu ülkelerde otokratik rejimler ve nepotizm hakim olmuştur.
Halk ise Türkiye başta olmak üzere bir çok ülkeye işçi olarak dağılmış , ilk başlarda Slav halkı ağırlıklı olmak üzere yüksek kültüre sahip olan bu ülkelerin kadınları iyi mesleki eğitimlerine ve kariyerlerine rağmen ne yazık ki yakın coğrafyalarda çaresizlik içinde bedenleri üzerinden gelir elde etmeye başlamışlar, hatta bazı örgütlerin elinde buna zorlanmışlardır. Ne yazık ki, bu uygunsuz durum genele teşmil edilerek bu ülkelerin kadınları hiç hak etmedikleri halde ‘’ Nataşa’’ lakabı ile aşağılanmışlardır.
Komünist sistemde korunan hiç olmaz ise asgari bir refah seviyesine sahip halk ve toplumda saygıya ve ayrıcalıklara sahip olan yaşlılar , gaziler, savaşa katılanlar yeni serbest ekonomi politikası ve rejim ile bu haklarından mahrum olmuşlar( ücretsiz ulaşım hizmetleri, SSCB üyesi ülkeler içinde uçakla bedava seyahat, ücretsiz yada çok uygun şartlar ile sağlık hizmetleri, çok konforlu olmasa de ev ve yazlık hakkı, aylık bedava içki hakkı, bedava gömü ,mezar hakkı , iyi-kötü geçinebilecek kadar maaş, vb)ayda 3-4 usd emekli maaşına layık görülmüşlerdir. Yine savaşa katılan yaşlılar toplum nezdinde saygı görürken ve bazı ayrıcalıklara sahip iken serbest pazar ekonomisi koşulları tahtında bunlar ortadan kalkmıştır.
1994 yılında Rusya ve Ukrayna ya yaptığım iş gezilerimde şahit olduğum üzere; geçinmek için , sokaklarda Türkiye’den gelen bebe bisküvilerini , 2-3 elma yada 1-2 domuz salamını satan , daha önemlisi bu halk için çok önemli olan kendi kütüphanelerindeki kitapları , kutsalları olan ikonaları satan yaşlı halkın yüzündeki acı ve hüzün beni derinden yaralamıştır.
Yine o tarihlerde Moskova’da bir İtalyan bayan çizmesi yada bir gece kulübüne giriş ücreti 100 USD iken devlette çalışan bir daire başkanın aylık 60 USD maaş alması ve bu nedenle karşılaştığı ekonomik sıkıntı ve itibar erozyonu komünist rejimdeki refahına göre kabili kıyas olmayan bir gerileme yaratmış buda sosyolojik olarak her kesimde bir ahlak erozyonu oluşturmuştur. Hem de bu ahlak erozyonu genetik olarak çok üstün bir edebiyat, tiyatro, opera, bale, klasik müzik kültürü olan ve bu kültürü komünist rejim ile tek yönlü (tek bir siyasi ideoloji doğrultusunda ve rejimi korur şekilde inkişaf ettirilen yada doğru bir ifade ile aksak olarak geliştirilen) olarak geliştirilen ,iyi eğitimli sürekli okuyan, bizdeki büyük AVM’ler ölçütünde kitapçı dükkanları, zengin kütüphaneleri olan bir toplumda meydana gelmiştir. Bunun bu ülke halklarında büyük bir travma yarattığı yadsınamaz. Bu muamele ister istemez milliyetçi duyguları kamçılamıştır. İlk başlarda ortaya çıkan idare boşluğu nedeni ile mafyalaşma giderek yaygınlaşmış ve halk mağdur olmuştur.
Bu cümleden olmak üzere Ukrayna gibi ülkeler de milliyetçi akımlar hakim olmaya başlamış, Balkanlarda ve Orta Avrupa gençleri arasında Amerikan sempatizanlığı artmıştır.
Ekonomik açıdan geçiş ekonomisi olarak adlandırılan bu ülkeler, dağılmalarından itibaren yaklaşık 30 yılı aşkın süre geçmesine rağmen bir türlü ne kendi kendilerine yeter bir üretim modeli nede dış pazarlar için onlara hitap eden ürün gamı oluşturabilmişlerdir.
Sadece doğal zenginliklerini ve iş güçlerini pazarlar hale gelmişlerdir. Rusya vb gibi bazı ülkeler ise buna ilave savaş sanayi ürünlerini ve eski rejimden kalma ağır sanayi (demir çelik) ve orman ürünlerini satmaya devam etmişlerdir.
Türkiye ile bu eski SSCB ülkelerini mukayese ettiğimizde nihai tüketici ürünleri bakımından ne kadar ileri olduğumuz iğneden, ipliğe bu ülkelere yapılan bavul ticareti ve ihraç ürünlerimiz ile aşikardır.
SSCB ekonomi politikası gereği bu birlik içinde hangi ülke hangi malların üretiminde üretim faktörleri, coğrafya, tradisyon, verimlilik ve birikim olarak etkin ise o malların üretiminden sorumlu olmakta ve daha sonra bunlar ülkeler arasında iç ticaret ile değiştirilmekteydi. Kısaca SSCB üyesi ülkeleri ihtiyaçları bakımından kendi kendilerine yeterli olmayıp, büyük oranda bunları sistem içindeki başka ülkelerden temin etmek zorunda idiler. Bu ticaret şekli Comecon ve Varşova Paktı üyeleri arasında da hakim olan husustu. SSCB dağılması paralelinde bu birlikler de varlığını sürdürememiştir.
Birçok üretim tesisi rejim ve sistemin değişmesi nedeni ile dağılmadan günümüze geçen süre içerisinde atıl vaziyet de kalmıştır. Yine görevli olarak bu ülkelere yaptığım seyahatlerde bana çok ilginç gelen şey kullanılan araç ve gereçlerin ,estetik açısından çok zevksiz ve kaba oluşu meyanında, fayda odaklı olmakla beraber çok mekanik olmalarıydı. Yani batıda kullanılan ev araçları bir düğmeye basmakla görevi yerine getirirken, bu ülkelerde sonuca ancak domino etkisi gibi birkaç hamle ile ulaşılmasıydı. Kısaca komedi filmlerinde olan zihni sinir projeleri niteliğindeydi. Birleşmeden hemen sonra gittiğim Doğu Almanya’da bir lokantada ketçap istediğimde gelen salçaydı. Lüks otel odasında tuvalet kağıdı vardı ama zımparanın biraz gelişmiş haliydi.
Çünkü rejim ve oluşturulan kültür nedeniyle tüketim alışkanlığı, beğeni anlayışı tamamı ile farklıydı. Böyle olunca da o toplumdan bir iki nesil değişmeden pazar için üretim yapan bir beşeri sermaye ve sanayi oluşturulamamaktaydı. Sokaklarda kar küreme makinaları ve iş makinaları bile çok iptidai idi. Ama buna karşın uzay teknolojisi, lazer teknolojisi, nükleer teknolojisi kısaca üst düzeyde olup çoklukla savunma ağırlıklı bilgi birikimi ve üretimi son derece gelişmişti. Buda rejimin ekonomi politikası gereğiydi. Bu yüzden Rusya sözü edilen sınırlar içinde ileri teknoloji ürünleri dışında bir doğal kaynak zengini ülke olarak 650 milyarlık bir MB’sı rezervi, 1.5 Trilyon USD GSYIH(2020) ve Ukrayna ile birlikte dünya tahıl ihracatının %25 ini gerçekleştiren, ihraç gelirleri içinde doğal gaz ve ham petrolün büyük bir orana , kamu borcunun GSYIH’ya oranın ise %18’ler(2020) seviyesinde olduğu bir ülke olarak Pazar ekonomisine geçişte hala gerekli gelişimi sağlayamamıştır. Bununla birlikte oligardların Türkiye dahil yabancı ülkelerde yaptıkları yatırımlar da bilinen bir gerçektir.
Yukarıda özetle SSCB dağılma süreci ve o günden bu güne Rusya’nın içinde bulunduğu durum açıklanmaya çalışılmıştır. Dağılma süreci içinde bir çok yönden Batıya muhtaç olan ve eski şaşalı dönemine göre kaynakları yağmalanan, onuru kırılan Rusya’yı bu durumdan çıkaran ve tek kutuplu bir dünyadan yeniden çok kutuplu bir dünyaya geçişi sağlayan, 1917 ruhunu bu sefer kapitalist bir ülkeler topluluğu olarak yaratmak isteyen Viladamir Putin olmuştur. Hukuk Fakültesini bitiren ve Ekonomi yüksek lisansı sahibi Putin KGB ajanı olarak çalışmış ve devlet ve siyaset içinde bir çok önemli görevlerde bulunmuştur. Tarzını beğenmesek ,Rusya’da yarı başkanlık sistemini adeta otokratik bir rejime dönüştürmesini ve Yakın Çevre Doktrinini hatta nüfuz alanını genişlettiği Batı karşıtı Primikov Doktrinini tasvip etmesek de Rusya ‘ya eski itibarını geri getirmiş ve yeni Rusya İmparatorluğunu kurma hamlesi içine girmiştir. Bu durum bizi rahatsız etse de kendi halkı için iyi bir durumdur. Petrol fiyatlarının düştüğü iktisaden sıkıntılı durumlar haricinde (o dönemde bile döviz rezervleri 500 milyar usd’den 300 milyar usd’ye düşmüştür. Şimdi ise 650 milyar usd’dir) halkın yaklaşık %70-75 desteğine sahiptir.
Sıkıntıları olan Rus ordusunu eksiklerini gidererek modernize etmiştir. Kuzey Afrika’da ,Suriye’de, Kuzey kutbunda bir çok alanda söz sahibi olmaya oyun kurmaya başlamıştır.
Putin’in demokrasiyi askıya alma pahasına gerçekleştirdiği bu başarıları bize Rus tarihi bakımından Rus Çarı I.Petro’yu yanı bizim deli diye tanıdığımız Rusya imparatorluğunun kurucusu Büyük Petroyu anımsatmaktadır.
1721 de Rusların imparatoru ünvanını alarak Rus imparatorluğunun kurucusu olarak kabul edilen I.Petro burada daha sonra detayı verilecek çok önemli başarılara imza atarak Rusya’nın gelişmesi ve yayılmasında önemli rol oynamıştır. Aslında Rusya’ya imparatorluk yakıştırması Novgorad’ı ele geçiren II.Ivan ve IV.Ivan’ın Kazanı fethine kadar götürülmektedir. Bir başka bakış açısı ise 1546 da IV.Ivan’ın tahta çıkmasından sonra kullanılan Çarlık teriminin o dönemde kullanılan imparatorluk terimine karşılık gelmesidir. Yanı Çarlık teriminin Latincesidir. Bize göre ise imparatorluk tanımı bir devletin ve onun mutlak otoriteye sahip yöneticisinin en az iki kıta(hatta deniz aşırı en az iki kıta) üzerindeki devlet ve halklarına hakim olması ve yönetmesi , literatürdeki tanımı ise tek bir otoriteye tabi bir kaç bölge ve halktan oluşan devlettir.
I.Petro Petersburg yani Leningrad’ı kuran, Osmanlı ve Macaristan dan sonra o dönemde daimi orduya ve güçlü donanmayı sahip olan , Batılılaşmayı ve Batıya açılmayı hedefleyeni Kıta Avrupası ile yakın temaslarda bulunan ve onların teknisyenlerinin Rusya’ya gelmesine imkan sağlayan, İngiltere, Hollanda ve Almanyalı teknisyenlerin Rusya’ya göçmen olarak gelmesini teşvik ederken Rus teknisyenlerin, gençlerin bu ülkelere giderek oralardaki ,tıp ,mühendislik , gemicilik ve gemi inşa konusunda ilerlemeleri öğrenmelerini sağlayan ileri görüşlü bir Çardır. Petro OSMANLI tarafından AZAK denizine hapsolmuş Rus ticaret filosunun Karadeniz’e çıkmasına çalışmış ancak uzun süre bunda muvaffak olamayarak gözünü Baltık denizine çevirmiştir. O yıllarda aşağıda daha detay ile açıklanacağı üzere Karadeniz Osmanlının kendi ticari filosu dışında başka ülkelerin gemi işletmesine müsaade etmediği bir Türk gölü niteliğindeydi.
Petro’ya deli denmesinin nedeni alışagelmiş davranışlardan farklı davranmasıydı. Çar olmasına rağmen gemiciliği öğrenmek ve incelemek için tebdili kıyafet ile gemilerde miçoluk yapmış, kimliğini gizleyerek AVRUPA tersanelerinde çalışmış. Gemi yapım tekniklerini öğrenmeye çalışmıştır.
Osmanlı –Rus ilişkilerinin tarihi geçmişi özellikle denizcilik tarihi bakımından 28.08.2017 tarihinde yayınladığım ‘’Deniz Taşımacılığında Türkiye –Rusya İlişkileri ve I.Petro’nun Yeri’’ başlıklı makalemin bir bölümü sadece 2019 yılında bazı istatistiki bilgiler bakımından yaptığım revizasyon ile aşağıda sunulmuştur. Dolayısı ile Türkiye-Rusya ekonomik ilişkileri ile ilgili istatistiki bilgilerin güncelliği 2019 ortasına kadardır.
I- Osmanlı Döneminde Deniz Taşımacılığı Bakımından Türkiye –Rusya İlişkileri
Askeri olarak dünyanın ikinci büyük donanmasına sahip olan Rusya bu gün ticari filo olarak aynı durumda değildir. Sahip olduğu filonun da %65’i yabancı bayrak altında çalıştırılmaktadır.
Diğer sıkıntılı durum filonun yaşıdır. Rus nehir gemileri yaşlanmakta, bu durum gemilerin bakım tutum ihtiyacını artırmakta, çevreci uluslararası kurallar ise bunlara uyum sağlamak için ilave modifikasyon ve maliyet yaratmaktadır. Rusya hükümetinin verdiği teşvikler ile bu filonun yenilenmesi çalışmaları yapılmaktadır. Rus donanması ve askeri gücüde rehabilite edilmektedir.
Aynı durum Rus tersaneleri içinde geçerlidir. Bunlarda dağılma süreci sonrasında gerekli gelişimi tamamlayamamış ve ihtiyacı karşılamaz olmuşlardır.
Oysa çözülme süreci öncesinde Rus Ticari filosu hem SSCB ve Comecon Ülkeleri ticaretinin taşınması hem de KRUZ gemileri ile döviz geliri elde etmek bakımından son derece iyi ve etkin bir durumdaydı.
Rusya’nın gerek ülke olarak gerekse deniz ticaretinde gelişmesinde Çar I.ci Petro’nun rolünün büyük olduğu bilinen bir gerçektir. Rusya Petro sayesinde düzenli bir ordu ve donanma oluşturarak, bu günkü güçlü Rusya’nın temellerini atmıştır. Rusya ve dünyada büyük Petro olarak bilinen bu Çar ülkemizde deli Petro olarak tanınmaktadır.
1682 yılında zayıf ve hastalıklı ağabeyi ile tahta çıkan Petro 17 yaşında iken bir saray darbesi ile yönetimi taht naibi olan ablası Sofia Alekseyevna ve onun sevgilisi ve baş danışman olan Vasili Golitsin’in elinden almış sonra ise 1694 yılında annesinin , bilahare ağabeyi Ivan’ın ölümü ile 1696 yılında tahtın tek hakimi olmuştur.
Petro iyi bir lider olduğu kadar bir deniz tutkunu olarak , Rus donanmasının gelişmesinde ve reformlar ile Rusya’nın gelişiminde büyük rol oynamıştır.
Bu Rus Çarı dünya hakimiyetini ele geçirmeyi planlamakta olup bunun için ticareti geliştirmenin öneminin bilincindeydi. Fakat o tarihlerde Güneyde Karadeniz Osmanlı hakimiyeti altında ve adeta Osmanlının bir iç denizi statüsünde olduğundan ,Kuzeyde ise buzlarla kaplı denizler olduğundan RUSYA sıcak denizlere ve dünyaya açılamamakta ve ticaret yapamamaktaydı. Karadeniz’den çıksa boğazlar yine OSMANLININ kontrolündeydi.
Bilindiği üzere boğazları kontrol eden Karadeniz Ticaretini de kontrol eder düşüncesi doğrultusunda önce Yıldırım Beyazıt Anadoluhisarı’nı yaptırmış(Tabi aynı zamanda Bizans’a Karadeniz üzerinden gelecek yardımları durdurmak için), daha sonra Fatih Sultan Mehmet Boğazkesen Kalesini (Rumeli Hisarını)yaptırarak Karadeniz’e giriş ve çıkışı kontrol etmeye başlamıştır. 1453 yılında İstanbul ‘un Fethiyle boğazlar tam anlamı ile Osmanlı kontrolüne girmiştir. II .Beyazid devrinde ise Kili ve Akkirman’ın alınması ile (1484) bütün Karadeniz kıyıları Osmanlı kontrolüne geçerek Osmanlı devleti bu denize geçişi yabancılar için imkansız hale getirmiştir. Böylece 16 YY sonunda dış ticarete tamamen kapanan Karadeniz ,siyasi ,idari ve ticari bakımdan adeta Osmanlı’nın bir iç denizi haline gelerek bu durum 17 YY buyunca devam etmiştir( İdris Bostan Osmanlı Denizciliği).
18.YY’ın başlarında Osmanlıların ticari maksatla bile olsa yabancı bir devletin Karadeniz’e girmesi konusundaki düşünceleri tavizsiz olup, hiçbir yabancı devleti bu denize yaklaştırmamıştır. Rusya’nın Karadeniz’de kendi gemileri ile ticaret yapma konusundaki çabaları bunun ardından diğer devletlerin bu bölgede ticaret hakkı elde edebilmek hususundaki gayretleri hemen hemen bir yüz yıl sürmüştür.
Petro 1695 de Azak kalesini kuşatmış ancak DENİZ KUVVETLERİNDEN yoksun olduğu için kaleyi ele geçiremeyerek geri dönmek zorunda kalmıştır.
Ancak AZAK kalesi kuşatması başarısızlığı PETRO’ya düzenli bir ordu ve güçlü donanmanın ne kadar önemli bir husus olduğunu öğretmiştir.
Bunun üzerine Petro 1695-1696 kışında Don nehri kıyısında Voronej’de bir nehir donanması oluşturarak Kaleyi karadan ve denizden kuşatarak ele geçirmiştir.
Bu sırada Osmanlı 16 yıldır kutsal ittifak denilen Avusturya, Lehistan, Rusya ,Venedik ve Malta devletleri ile savaşmakta olup, ekonomisi çökmüştür. Sonunda barış istemek zorunda kalmıştır. Böylece 1699 KARLOFÇA antlaşması ile ilk defa Osmanlı toprak kaybetmiştir. Rusya anlaşmaya yapmaya yanaşmamış ve ateşkes mutabakatı yapmakta ısrarcı oluştur.
Fakat daha sonra Karlofça anlaşmasının devamı olarak Rusya ile 1700 yılında İstanbul Anlaşması yapılarak Azak kalesi Ruslara verilmiştir.
Rusya’nın İstanbul’da daimi elçi bulundurması kabul edilmiş, Petro’nun Kerç kalesinin de kendilerine verilmesi teklifi ise ret edilmiştir. Böylece Rusya’nın Karadeniz’e çıkış emeli gerçekleşmemiş ve AZAK denizinde kapalı kalmıştır. Venedikli uzmanların yardımı ile burada bir donanma oluştursa da AZAK dan çıkışı sağlayamamıştır. İstanbul anlaşması sırasında Ruslar, Rus gemilerinin Karadeniz’de serbestçe dolaşabilmeleri için her şartı kabul edeceklerini, bu cümleden olmak üzere Rus gemilerinde korsanlar ile mücadele etmek için yer alan topların çıkartılmasını, gemilerinin Kerç boğazında kontrol edilmesini, her gemide Türk görevliler ile gemicilerin bulunabileceğini teklif etmelerine rağmen Osmanlı bunu kabul etmemiştir. (Bilindiği üzere bu gün bu kontrol Ukrayna ile arasındaki ihtilaf yüzünden Kerç’de Armatörlerimizin şikayetlerine neden olacak şekilde Rusya tarafından yapılmaktadır.)
Daha sonra ise ; Baltacı Mehmet Paşa’nın Prut nehri kıyılarında yapılan savaşta Rus Ordusunu büyük bir mağlubiyete uğratması üzerine imzalanan Prut Mütarekesiyle (1711) Rusya Azak kalesinden ve denizinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.
Karadeniz’in uluslararası ticarete kapalı tutulması Osmanlı için çok stratejik bir konuydu. Çünkü İstanbul’un bütün zahiresi tahıl, et ve diğer ürünler Karadeniz ve Tuna nehri kıyılarındaki hakimiyetindeki topraklardan elde edilmekteydi. Bunlar içinde hububat en önemli yeri teşkil ediyordu. Bu sebeple Karadeniz’deki Osmanlı ticari faaliyeti büyük ölçüde buğday ve benzeri zahirenin temini ile alakalıydı. Karadeniz’de hububatın temin edildiği bölgeler yukarıda da söz edildiği üzere Tuna havzası ile Rumeli ve Anadolu sahillerinin hinterlandı olup, ihtiyaç olan hububatın taşınması deniz yolu ile yapılıyordu.
Bu cümleden olmak üzere Karadeniz’de taşıma ticaret yapan Osmanlı deniz tüccarının bir gurubu İstanbul’un ihtiyacı olan buğdayı taşıyan ve devletle sözleşmeli olarak çalışan kapan tüccarı ,diğeri ise serbest çalışan müteşebbis tüccardı. Karadeniz’den özellikle Tuna ve havalisindeki iskelelerden Unkapanı’na (kapan-ı dakik)zahire taşımak için devlet ile bir takım şartlar dahilinde sözleşme yapan bu gemilere kapan-ı dakik sefayini yada kapanın defterli sefayini deniliyordu. Bu gemiler diğerlerinden farklı ve imtiyazlı kabul ediliyor ve iskelelerde diğer gemilerden önce yük alabiliyorlardı.(Prof. Dr. İdris Bostan / Osmanlı Denizciliği)
Osmanlı böylece hem İstanbul’un stratejik gıda bakımından sıkıntı çekmemesini sağlıyor, bunu koruma ve güvenceye alıyor, hem de kendine hasım olan düşmanlarının bu bakımdan ihtiyaçlarını gidermesini önlemeye çalışıyordu. Diğer taraftan amaç kendi hakimiyeti altındaki toprakları askeri olarak korumak, potansiyel düşmanlarının iktisaden güçlenmelerini önlemekti.
Yukarıda belirtildiği üzere belli bir süre için Azov’da(Azak) hakimiyeti ele geçiren Petro’nun asıl amacı ise ikinci hamle olarak Kerç kalesi ve bilahare boğazları ele geçirmek ve böylece sıcak denizlere inmek olsa da bunda başarılı olamamış Prut savaşı sonrası Azak kalesini de kaybetmiştir.
(Kaldı ki; OSMANLI’nın daha önceleri Karadeniz hariç olmak üzere Venedik(Venedikliler’e daha önce Karadeniz içindeki belli Osmanlı limanları arasında ticaret yapma hakkı verilmişti) , Fransa ve İngilizlere verdiği imtiyaz ile bu ülkelerin tüccarlarına ve kendi gemilerine belli şartlara vabeste olarak Osmanlı limanları arasında ticaret serbestisi tanımıştı. (Gümrük vergisi ödemeleri, boğaz geçişlerinde (Çanakkale) selamiye akçesi (selamet akçesi) ödemeleri, boğaz giriş ve çıkışlarında mal ve mürettebat listesi beyanında bulunmaları, Osmanlı ile savaş halinde olan yerlere mal taşımamaları şartı ile. Boğazdan çıkış ve girişlerde gemi üzerindeki personelin kaydı tutulmakta ve aynen geri gelmesi istenmekteydi.
Ancak Osmanlı sözü edilen ülkelere Akdeniz’de Osmanlı toprakları ve sularında ticaret serbestisi ve hakkı vermişti. Karadeniz’de vermemişti.(İstanbul’a gelen mallar bu ülkelerin gemileri ile Akdeniz’deki ülkelere taşınabilmekteydi. Fakat Çanakkale giriş ve çıkışları izne ve ücrete tabi idi. Rusya’ya bu konuda verilen haklar daha sonra sözü edilen ülkelere de verilmiştir. Ancak Ruslar Karadeniz’de ticaret serbestisi hakkı talep ederken daha önce Fransa ve İngiltere’ye Akdeniz ticareti bakımından tanınan hakların aynısını talep etmesine yol açmıştır.)
Petro’nun yukarıda sözü edilen filosu Venedikli uzmanlardan yardım alsa da o günkü teknolojiye göre basit olup, açık denizlerde iş görecek bir filo olmamıştır. PETRO o tarihlerde denizcilikte ileri olan ülkelerden uzman davet etmek meyanında, soylu ailelerin seçilen gençlerin Hollanda, İngiltere ve Almanya’ya gönderilmesini sağlamıştır. (Osmanlı ise tersane yapımında daha ziyade yurt dışından uzmanlar getirmiştir. Örneğin; Fransa’dan (Mühendis Brun), İsveç’den (Mühendis Rhode ve ekibi) ve İngiltere’den (Mühendis Daniel) gelmiştir. Ayrıca Cenevizli demirci Yakomi ve Venedikli marangoz Yozop uzun yıllar Osmanlı donanmasının inşasına hizmet etmiştir. (Prof Dr İdris Bostan )
Daha da ötesinde Petro 1967 yılında kimliğini gizleyerek, denizcilik eğitimi almak için gizlice Hollanda ,Almanya ve İngiltere’ye gitmiş ve tersanelerde marangozluk yapmış , gemi inşası ve tıp üzerinde çalışmıştır. Osmanlıya karşı müttefik arayışında ise çok başarılı olamamıştır.
O devirlerde önemli olan husus yeterli beşeri sermaye yani gemi yapım işinde çalışacak ustalar, tersane yapım mühendisleri ,marangoz, demirci gibi sanatkarlar ve bu gemilerde çalışacak kürekçiler, reisler ve gemicilerdi. Rusya bu açığını daha sonra burada açıklanacağı üzere Osmanlı hakimiyeti altındaki bölgelerdeki Osmanlı Reayasından özellikle Doğu Akdeniz’deki adalarda mukim Rumlardan sağlamaya çalışmıştır. (Bu husus Osmanlı’nın bu bakımdan bir zenginliğiydi. Boğazlarda kılavuzluğu da bu Rum kılavuzlar yapmaktaydı.) Osmanlı ise Rusya’nın bu politikasından hiç hoşnut değildi. Nitekim daha sonra burada açıklanacağı üzere Rusya’ya kendi gemileri ile ancak kendi bölgesinden çıkan malların ticareti için izin verdiği 1779 Aynalı Kavak Tenkihnamesin de Rus Gemilerinde Osmanlı reayasının çalışmasını yasaklamıştır.
Bununla birlikte ilk denizcilik okulu Rusya’da 1696 yılında açılmıştır. Aşağıda belirtilecek olan Çeşme baskını 1770 yılında gerçekleştiğinde Rusya’nın 7 adet denizcilik okulu bulunmaktaydı. Bizde ise denizcilik okulu ya da deniz harp okulunun ilk temelleri bu baskın sonucu olarak 1773 yılında atılmıştır.
Petro ilaveten 1709 da bu gün faaliyette olan deniz müzesini açtırmış, St Petersburg’da Donanma Hastanesini 1715 de kurdurmuş(Bizde bunlar sırası ile 1897 ve 1827 de olmuştur)İlk Donanma Talimatnamesini 1720 yılında hazırlatmıştır.(Tayfun Timoçin Çeşme Baskını) Tüm bunlara rağmen 1725 de ölen Petro’nun sıcak denizlere inme ve Karadeniz’de ticaret serbestisi elde etme hayali ona değil Çariçe II.ci KATHERİNA’ya nasip olmuştur.(Kırımı Rus topraklarına katan da bu Çariçedir.)
Osmanlı ile Rusya arasında akdedilen İSTANBUL ANTLAŞMASI’nın süresi dolmadan Rusya II.ci Katherina döneminde 1770 yılında İngilizlerin yardımı ile Cebelitarık’tan Akdeniz’e soktuğu donanması ile ÇEŞME’de Osmanlı donanmasını yakmıştır. Bu OSMANLI tarihinde İnebahtı savaşı yenilgisinden sonra donanmamıza verilen ikinci büyük tahribat olmuştur. Rusya’nın belli şartlara vabeste olarak Karadeniz de ticaret yapması I.Petro sonrasında 1739 Belgrad anlaşması ile olmuştur. Ancak bu antlaşma ile Rusya bu ticareti OSMANLI reayasına ait gemiler ile yapabilmekteydi. Kendi gemilerini kullanamıyordu. Rusya’nın Azak ve Karadeniz’de Rus harp ve ticaret gemisi bulunduramayacağı hükme bağlanmıştı. Rusya kendi gemileri ile Karadeniz’de ticaret yapmak hakkını ancak belli şartlara vabeste olarak Küçük Kaynarca antlaşması ile elde etmiştir Bunda da sahnede çariçe II.Katerina yada başka deyişle Büyük Katerina bulunmaktaydı. (Rusya’yı ve Rus milletini yaratan 3 lider Müthiş Ivan, II Katerina ve I. Petro olmuştur)Kısaca Petro’nun sıcak denizlere inme hayali ve vasiyeti II.Katerina tarafından gerçekleştirilmiştir.
Rusya’nın yüzyıla yakın süren mücadelelerden sonra 1774 Küçük Kaynarca anlaşması ile elde ettiği haklar bu denizi bir Türk iç denizi olmaktan çıkarmıştır. Ancak buna rağmen Rusya’nın bu konudaki ticaret özgürlüğü tam olmayıp, belli sınırlamalara tabi idi. Örneğin Küçük Kaynarca anlaşması sonrası görülen lüzum üzerine bu anlaşmanın Akdeniz ve Karadeniz ile ilgili maddesinin de tadiline ihtiyaç duyulmuş ve 1779 yılında Aynalıkavak Tenkihnamesi yapılmıştır. Bu Tenkihnamenin 6 c. Maddesi ile Rus tüccarına Karadeniz ve Akdeniz’de ticaret serbestisi verildiği halde gemilerin büyüklüğüne sınırlama getirilmiştir.
Buna göre gemilerin en büyüğü 16.000 kile, en küçüğü ise 1000 kile ağırlığında yük taşıyabilecekti. Ayrıca yukarıda da belirtildiği üzere Rus gemilerinde ihtiyaç olsa bile Osmanlı reayasının gemici olarak kullanılması yasaklanmıştır.
Aynalı kavak Tenkihnamesi ile Karadeniz’deki ticaret imkanları biraz daha kısıtlanmak istenen Rusya, çok geçmeden Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki bazı toprakları işgal ederek durumu lehlerine çevirmeye çalışmışlardır. Nitekim yukarıda belirtildiği üzere 1783 de Kırım Rusya topraklarına katılmıştır. 1788 yılında ise Ruslar Özi’yi işgal ederek, 1792’de Yaş Antlaşması ile Buğ ve Dinyester nehirleri arasındaki araziyi ele geçirmişlerdir.
Osmanlı devleti ise buna karşılık Aralık 1782’de Rusya ile imzaladığı ticaret anlaşmasında önceleri kendi mülkü olan ve artık Rusya’nın idaresinde geçen bu limanlardan zahire satın almaya gelen Osmanlı reayasına müsaade edilmesini kabul ettirmiştir.(Prof.Dr. İdris Bostan)
Bu hususun önemi büyüktür. Çünkü Osmanlı için Karadeniz bir zahire ikmal alanı olarak payitahtın iaşesi bakımından büyük önem arz etmekteydi. Aynı önemi TUNA kıyılarındaki ve Balkanlarda Osmanlı hakimiyeti altındaki topraklar da taşımaktaydı. Bu topraklarda üretilen tahılın OSMANLI dışındaki ülkelere satımı ve taşınması yasaktı. Ancak bu yasağı I. Sanayi Devrimi sonrası bu bakımdan kendi kendine yeter olmaktan uzaklaşan İngiltere gizli anlaşmalar ile bozmuş tarımdan sanayiye geçişin ve beşeri sermayenin tarım alanlarından Londra’ya göçünün yarattığı zahire açığını bu yolla kapatmıştır. Osmanlı bunun farkına varıp bunu önleseydi. Belki de İngiltere ikinci dünya savaşına kadar olan dönemde dünyanın en büyük ekonomisi olamayacak ve tarih farklı şekilde yazılacaktı.(İlber Ortaylı)
Rusya’nın Karadeniz’in Kuzey kıyılarındaki toprakları ele geçirmesinden sonra buralarda çeşitli limanlar kurduğu görülmektedir. Bunlar arasında 1769 da Rus hakimiyetine giren Taygan(Taganrog), II. Katerina tarafından 1778 ‘de Dinyeper ağzında kurulan Kerson, 1794’de Hocabey yakınında inşa edilen Odessa şehirleri birer ticaret şehri ve limanı olarak ortaya çıkmıştır.
Ancak bu ve bunun gibi limanlarının gelişmesi için bu limanlardan neşet eden ticaretin gelişmesi gerekmekteydi. Bu nedenle Rusya Osmanlı ‘dan elde ettiği imtiyaz ile kendi bandırası altında yabancı devlet gemilerinin de bu ticaret de yer almasını sağlamıştır.
Bilindiği üzere bu limanlar diğerleri meyanında günümüzde de önemli deniz limanlarıdır. Ancak bazıları artık Rusya’ya değil Ukrayna’ya aittir.
Rusya’nın İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı’dan sağladığı imtiyazlar paralelinde Karadeniz ve Akdeniz ticaretine dahil olması tam olarak 1725 de Petro’nun ölümünden sonra II. Katerina döneminde gerçekleşse de bu duruma zemin hazırlayan bizatihi I. Petro olmuştur.
II-Günümüzde Türkiye –Rusya Arasındaki Ticaretin Boyutu
Günümüze geldiğimizde Rusya –Türkiye ticareti bakımından Osmanlı dönemi Rusya ilişkileri ile benzerlikler bulunmaktadır. Bu iki ülke arasındaki ticareti belirleyen ana unsur siyası ilişkilerdir. Siyasi ilişkilerin iyi olduğu dönemde ticari ilişkiler gelişmiş, sekteye uğradığı dönem de ise gerilemiştir. Bu durum aşağıdaki tabloda görülmektedir.
Osmanlı döneminde 15 YY dan 18 YY ın son dönemine kadar Karadeniz ve Akdeniz’de Osmanlı hakimiyeti Rusya’ya ticaret imkanı vermez iken ve bu gün için Rusya bu serbestiye sahip olsa da bu bölgede yapılan deniz ticareti bakımından Türk filosunun hakimiyeti devam etmektedir. Koster filosu tonajı bakımından Türkiye en fazla paya sahip olup bunu Rusya takip etmektedir. Bundan daha önemli olan husus, artık Türk ticari filosu içinde nehir gemileri de bulunmaktadır. Hatta Rus bandırası altında çalışan Türk sahipli gemiler bulunmaktadır.
İstanbul ve Çanakkale boğazlarında seyrüsefahin kontrolü de hala Türkiye’ye aittir. Ticarete konu olan mallara baktığımızda Osmanlı döneminde Rusya’dan ithal edilen malların başında tahıl gelmektedir. Aynı durum bu gün içinde geçerli olmaktadır. Petrol ve müştakları, doğal gaz Taş Kömürü yanı fosil enerjisi malları, Demir Çelik ürünlerinden sonra 1 Milyar 57 milyon USD lik değer ile buğday ve mahlut Rusya’dan yapılan ithalat içinde üst sıralarda yer almaktadır. Buna Mısır(233 Milyon usd), Arpa(96 Milyon usd),Hububat ve Baklagillerden kepek vb. (164 milyon USD), Ayçiçek, Pamuk Tohumu yağları vb. (34 Milyon USD)ilave edildiğinde 1.6 milyar USD’lik değere ulaşılmaktadır. Böylece kömür ve kömüre dayalı ürünlerin önüne geçmektedir. Ancak Petrol , doğal gaz ve demir çelik ürünlerinin payı tahıl ithalatının önünde gitmektedir.
1820 li yıllarda ise Rusya’dan ithal edilen malların başında izni-sefine defterleri kayıtlarına göre İngiltere defterinden alınan bilgilere göre Buğday gelmekteydi, diğer ithal malları ise tuzlu balık, kuru ot, sığır derisi, havyar, tütün ,kahve ,limon, portakal, ham demir ,kereste ve çeşitli dokuma mamulleri ve keresteydi.(Prof. Dr. İdris Bostan) Bazı kaynaklarda ise bunlara ilave olarak, et,arpa ,bal mumu ,demir ,halat ve çini yer almaktadır.
Bu gün için ise portakal ve çeşitli meyveler Türkiye’den Rusya’ya gitmektedir. Kereste ,orman ürünleri ve kâğıt vb hala Rusya’dan yapılan ithalatımız içinde yer almaktadır. Tabi demir çelik ürünleri hurdası dahil ithalatımız içinde önemli yer tutmaktadır. İlginç olan husus, biz o tarihlerde Rusya’dan dokuma alırken bugün bizim ihracatımız içinde tekstil önem taşımaktadır.
Türkiye-Rusya Dış Ticaret Değerleri (milyon $)
Yıllar | İhracat | İthalat | Hacim | Denge |
2000 | 643.903 | 3.886.583 | 4.530.486 | -3.242.680 |
2001 | 924.107 | 3.435.673 | 4.359.780 | -2.511.566 |
2002 | 1.172.039 | 3.891.722 | 5.063.761 | -2.719.683 |
2003 | 1.367.591 | 5.451.316 | 6.818.907 | -4.083.725 |
2004 | 1.859.187 | 9.033.138 | 10.892.325 | -7.173.951 |
2005 | 2.377.050 | 12.905.620 | 15.282.670 | -10.528.570 |
2006 | 3.237.611 | 17.806.239 | 21.043.850 | -14.568.628 |
2007 | 4.726.853 | 23.508.494 | 28.235.347 | -18.781.641 |
2008 | 6.483.004 | 31.364.477 | 37.847.481 | -24.881.473 |
2009 | 3.202.398 | 19.450.085 | 22.652.483 | -16.247.687 |
2010 | 4.628.153 | 21.600.641 | 26.228.794 | -16.972.488 |
2011 | 5.992.633 | 23.952.914 | 29.945.548 | -17.960.281 |
2012 | 6.680.586 | 26.625.286 | 33.305.872 | -19.944.700 |
2013 | 6.964.209 | 25.064.214 | 32.028.423 | -18.100.004 |
2014 | 5.943.014 | 25.293.392 | 31.239.105 | -19.347.679 |
2015 | 3.588.657 | 20.401.756 | 23.990.413 | -16.813.099 |
2016 | 1.732.954 | 15.162.386 | 16.895.340 | -13.429.432 |
2017 | 2.734.316 | 19.514.094 | 22.248.410 | -16.779.778 |
2018 | 3.401.617 | 22.306.475 | 25.708.092 | -18.904.858 |
2018/5 | 1.369.832 | 9.947.688 | 11.317.520 | -8.577.857 |
2019/5 | 1.466.986 | 9.005.067 | 10.472.053 | -7.538.081 |
Kaynak: TÜİK
Bugün için Rusya’ya ihracatımız içinde otomotiv sanayi ürünleri, sebze ve kuru/yaş meyve, tekstil ,ayakkabı ,balık ,elektronik aletler, mücevher , plastik eşya vb gibi mallar önem taşımaktadır. Ancak Rusya’ya karşı büyük bir ticaret açığı verdiğimiz de aşikardır.
Osmanlı döneminde 18 YY da Rus tüccarının Osmanlı ülkesinden kendi ülkesine götürdüğü mallar arasında kuruyemiş , sirke (bazı kayıtlarda ham sirke olarak görülmektedir) Şarap(Tirebolu’dan ), Kahve (bazı kayıtlarda Rusya’dan Osmanlı‘ya ithali olarak yer almaktadır), pamuk, pamuk ipliği, bez (Diyarbakır bezi) ağaç fidanı ve ihracı yasak olmayan mallar yer almaktaydı.
SONUÇ
Yukarıdan da anlaşılacağı üzere PUTİN’in benim arka bahçem ve Rus imparatorluğunun toprakları olduğu iddiasında bulunduğu yerlerin önemli bir bölümü vaktiyle Osmanlı hakimiyeti yada kontrolü altında olup, Rusya Karadeniz’de gemi bile gezdiremezdi .
Günümüze gelirsek Ukrayna’yı Rusya’ya karşı kışkırtarak sonrada balkona çıkan Batı , Çine yaklaşan ve Çin ile çok aleni olmasa da bir pakt oluşturan Rusya’ya karşı ekonomik yaptırımlar için iyi bir koz elde etmiştir. Nitekim Çin Dış işleri sözcüsü tarafından yapılan beyanatlarda Rusya yanlısı söylemler dikkat çekmiştir. Küresel ısınma sonucu ortaya çıkan iklim değişikliğinin sebep olduğu ve artmasının muhtemel olduğu kuraklık ve bazı bölgelerdeki sellerin gıda temini konusundaki yarattığı ve gelecekte daha da artması düşünülen sorunların yaklaşık 1.5 milyar nüfusu olan Çin için oluşturduğu tehdit ve bu bakımdan bir tahıl ambarı olan Ukrayna’nın önemi izahtan varestedir. Bu gerçekten hareketle, potansiyel Çin-ABD düşmanlığı daha ziyade çekişmesi dikkate alındığında Çin’in ABD ve Batı karşısında Rusya’yı desteklemesi sürpriz değildir. Ancak ABD’nin ve Batının Ukrayna hamlesinin arkasında Çin’in potansiyel gıda temin kaynaklarını kontrol düşüncesinin olduğunu da göz ardı etmemiz gerekmektedir. ABD ve Batının Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline ve tamamı ile kontrolüne müsaade etmeyeceği bilinen bir gerçektir. Çünkü bu konudaki bir zafiyet bu gün bağımsız olan eski SSCB ülkelerinde Batıya ve ABD ye karşı bir güven zafiyeti yaratacak, Rusya’ya ise cesaret verecektir.
Ancak istikrarsızlaştırılan bir Ukrayna’nın Rusya sınırında yaratacağı rahatsızlık ve bunu bahane ederek Rusya’ya yapılacak olan yaptırımların negatif etkisi kendi sınırları dahilinde barış içinde yaşayan ve Çin dahil her ülke ile iyi ilişkiler içinde ticaret yapan Rusya ile de dostane ilişkiler tesis etmiş bir Ukrayna ya göre çok daha fazla olacaktır. Bu savaşta Rusya’ya karşı kendini savunarak , toprak bütünlüğünü koruyan, ancak askeri ve ekonomik açıdan ABD ye bağlı bir Ukrayna’nın Batı için yaratacağı fayda da aşikardır. Dolayısı ile bu savaştan Rusya’nın arkasında bir bataklık ve Ukrayna-Rusya düşmanlığı ve bir çıban başı yaratmadan çıkması gerekmektedir. Bu nedenle de klasik RUS savaş karakterinden farklı olarak, sivil yapılara ve sivil halka zarar vermeden, tahribat yapmadan en az zayiat vererek kendi kontrolünde bir Ukrayna oluşturmaya çalışmaktadır. Oysa Rusya’nın geleneksel savaş sitili ölene ve zayiata bakmadan acımasızca hedefe kitlenerek bir an önce ona ulaşmaktır. Buna rehine kurtarma operasyonlarında da rastlamıştır. Teröristler etkisiz hale getirilirken, rehinelerde kaybedilmiştir.(Rusya’nın bu tarzı, 26.02.2022 Ukrayna’nın koşulsuz müzakere yapma talebi üzerine, değişerek Rusya agresifleşmiştir)
Dikkate alınması gereken diğer bir husus, Ukrayna’nın bir tahıl ambarı olması meyanında zengin su kaynaklarıdır. Küresel ölçekte fosil enerjisi en geç 2050 ye kadar önemini yitirecek ancak gıda ve su o oranda önemini artıracaktır. Ukrayna’yı bu bakımdan da ele almak gerekir.
Makalenin devamı için TIKLAYINIZ