Ortadoğu da bu denli gergin ve sıkıntılı bir mecrada Cumhuriyet tarihimiz boyunca sorunun bir tarafı olarak hiç yer almamıştık.
Suriye de süren iç savaş da devlet güçlerinin aşırı güç kullanmasına karşı ülkemiz siyasi iktidarının NATO müttefiki ülkeler ve uluslar arası kuruluşlar ile birlikte aldığı tavır, bundan hoşnut olmayan İran , İran’ın nükleer çalışmalarından hoşnut olmayan ABD ve Batı, ülkemize yerleştirilen bize göre savunma İran a göre saldırı amaçlı radar üssünün yarattığı sıkıntı, İsrail ile olan malum sorunlar ve en son İsrail-ABD-Yunanistan üçlüsünün Egenin güneyinde ki askeri tatbikatı..Ve Suriye hadisesinde yine İran ile aynı safta yer alan ve Suriye ye her türlü silah yardımını ve satışını gerçekleştiren Rusya. Sektörümüzün çok yakın izlemesi gereken gelişmeler bunlar..
Düğüme düğümün atıldığı bu sarmalın yarattığı kriz de petrol “esası spekülatif olan” yaklaşık 35% fiyat artışı ile sorunun baş köşesine oturdu...Petrol üretici ülkeler ve uluslar arası petrol şirketleri karlarını katlarken son 4 yıldır küresel büyüme hızının azaldığı dünya biraz daha yoksulluğa itildi..
Tüm bu gelişmeler denizcilere nasıl yansıyor peki ? Ülkemize nasıl yansıyorsa, dünyaya nasıl yansıyorsa sektöre de öyle yansıyor tabii ki..Öncelikle petrole yapılan zamların gemilerin günlük işletme masraflarını artırması şeklinde yansıyor malumunuz..Aden, Arap denizi, Basra geçişlerinde, Suriye, İsrail, seferlerinde ek sigorta primi olarak yansıyor. Petrol zammına bağlı olarak bir geminin ihtiyacı olan her türlü yedek parçaya ,mala, yiyeceğe, suya gelen zam olarak yansıyor. Kaldı ki 2008 krizinden bu yana navlunlar düşerken tüm emtia fiyatları sürekli arttı. Bu toz dumanda limanların tarifelerinde artış söz konusu mu bilmiyorum.. Ve tabii sınır komşularımız Suriye ve İran ile olan ticaretin azalması ve bunun deniz sektörüne vereceği makro boyutta ki zararlar da aşikar..İşin makro boyutuna Rusya da eklenmez umarım.
ABD yeni dünya politikasını Çin i kuşatma üzerine kurmuş durumda. Bu politikanın yolu Kuzey Afrika ve Orta doğudan geçiyor..Kafkaslara uzanıyor.. Bazılarının 3. Demokrasi hareketi diye adlandırdığı Arap baharının Suriye ye kadar yani sınırlarımıza kadar dayandığı son aylarda bizi de içine alabilecek yukarıda kısaca değindiğimiz Suriye merkezli bir çatışma hiç de uzak olmayan bir ihtimal olarak belirmeye başladı..Bu çatışmaya hazır olmamız gerektiği ise ülkemizin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından kurmay subay adaylarına bil fiil seslendirildi..Hatta Milli Savunma Bakanı sevgili İsmet ağabey de her duruma hazırlıklıyız mealinde bir demeç verdi..Umalım ki bu söylemlerin hepsi gözdağı amaçlı sözler olsun..
Ortadoğu da İsrail devletinin kurulmasından sonra başlayan Arap-Yahudi gerginliği bu bölgenin temel sorununu oluşturmuş ve yarım asrı aşan bir süre bırakın çözülmeyi artan bir ivmeyle bugünlere hem de büyüyerek taşınmıştır..Din eksenli “oluşturulmuş” bu soruna Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1950 den beri müdahil olmamış iki tarafa da nerdeyse aynı mesafede durmuştur..Ta ki Mavi Marmara katliamı sonrası Davos da yaşanan “bir dakika” krizi ve malum en son Suriye hadiselerine kadar.. Yani diyebiliriz ki ; Arap-İsrail çatışmalarına emperyalist güçlerin enerji savaşlarının da eklendiği , ucu Çine kadar varan stratejilerin yeniden şekillendirdiği bu kaos çöllerinde ülkemiz artık aktif politika izliyor..Durum bu..
Peki bu kaos biter mi ? Bu bölgeye barış gelir mi ? Yakın zaman da sanmam..Petrol ün varlığından başkaca din- mezhep kavgaları , Kürt devleti kurma girişimleri , Yahudi-Arap sorunu ortada durduğu sürece çok zor.. Orta vadede de sanmam..Çünkü bu bölgeyi ve direk ülkemizi ilgilendiren orta vade de önümüze çıkacak en önemli sorun “su” olacaktır..Su sorunu diğer bütün sorunların önüne geçecektir..Bunu ben söylemiyorum..Ortadoğu uzmanı yazar çizer takımının somut veriler üzerine söyledikleri bunlar..Ve bu sorunun tam ortasında ülkemiz olacaktır..Su kaynakları artmazken Ortadoğu da nüfus hızla artıyor..Son 40 yılda 4 katına çıkmış nüfus Ortadoğu da . Ama yeni su kaynakları ortaya çıkmıyor...Dolayısı ile suya olan ihtiyaç da artıyor..Ve bildiğimiz üzere bu ülkelerin kullandığı suyun kaynağı da ülkemizde. Hani şu “büyük Kürdistan” dedikleri ülkenin tam üzerinde olmak istediği 1071 den beri Türklerin yaşadığı ve yönettiği Mezopotamya topraklarında..
Bölgemiz de devlet geleneği olan nadide ülkelerden biri Türkiye Cumhuriyeti Devletidir..Diğer iki ülke de Rusya ve İran dır..Ben geliyorum diye bağıran bu sorunların karşısında hazırlıklı olmak bu geleneğin gerekliliğidir...Bu bağlamda milli birlik ve beraberliğin siyasi egolara kurban edilmemesi gerekir..Baktığımızda ortak paydaların birlikte sahiplenilmesi gerektiğini herkes söylüyor..Ama bu konuda somut ve ülkede ki siyasi gerginliği azaltacak ortak adımlar atılmıyor. En azından siyasi söylemlerde bile bunu görmüyoruz. Sıradan her insan gibi hem ülkemiz hem bölgemiz hem dünya da istikrarlı bir barışı arzu etmekte aksinin azalan üretim, sofradan eksilen ekmek ve gelecekte boyutunu kimsenin kestiremeyeceği savaşlar ve felaketler olduğunu iddia etmekteyim..
Tabii barışı arzu edeceğiz ama ne yazık ki her an patlamaya hazır Ortadoğu da varlığımızı da sürdüreceğiz..Yukarıda da sözünü ettiğim ve önümüzde ki 30-40 sene içinde doruk noktasına çıkacağı düşünülen ve bizim merkezinde olacağımız su sorunu diğer jeopolitik gerçekler ile beraber önümüzde apaçık duruyor..Dolayısı ile Türkiye güçlü bir ülke olma adına önce demokratik hak ve özgürlükler üzerinde teessüs edilmiş ve istikrarı olan bir sistemi mutlaka hayata geçirmek zorunda..Bunun için bütün partilerin katılımının sağlandığı anayasa komisyonu çalışıyor..Bu çalışmaları kim ne derse desin önemsemek lazım..İlk defa bütün partilerin katıldığı bir çalışma yapılıyor..Yeter ki günün sonunda gene kavga dövüş olup da birileri komisyonu işgal edip birileri de küsüp gitmesin..Meclisi de ülkeyi de yıpratıyor bu olaylar..Kısaca, hukukun önünde herkesin eşit olduğu , adaletin yaşamın her kesitinin teminatını sağlayıp güven oluşturduğu , refah düzeyi yüksek, daha demokratik ve bağımsız Türkiye’yi yarınlara taşımak zorundayız...Yoksa cadı kazanı olmuş ve daha nice gelişmelere gebe bu bölge de oluşacak bütün tehlikelere karşı yeterli ulusal direncimiz olmayacaktır..
Yazımı sonlarına gelirken bir denizcinin hayali de olsa seslendirmeden geçmeyeceğim bu düşümü ; Yunanistan ve Kıbrıs ı da içine alan , gümrük duvarları kaldırılmış Ortadoğu da yapılacak serbest ticaret ve dolaşım bu bölgeyi dünyanın ticaret ve turizm merkezi yaparken Ortadoğu ya barış ve kardeşliği de getirir. Yoksulluğu yok eder.
Suudi Arabistan başta olmak üzere körfez ülkeleri birinci körfez savaşından bu yana silahlanmaya, ordularını modernize etmeye 1 trilyon dolardan daha fazla para harcamışlar...Körfez ülkeleri ulusal milli gelirlerinden askeri harcamalara en çok pay ayıran ülkelerin başında geliyor..Bir o kadar da ABD Irak ta ki işgal için harcamış..Toplam da 2.5 trilyon dolar dan söz ediyoruz..Dünya da hala 1 milyar insan (çoğu çocuk) her akşam yatağa aç girerken silaha harcanan para insanlığa karşı işlenen en büyük ihanettir bence....
Ortadoğu da barışı sağlayacak en büyük güç demokratik, laik ve sosyal , kendi için de barışı gerçekleştirmiş bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti’dir..Bu kendi bekamız için de olmazsa olmazımızdır.
Ne demişti büyük Atatürk; Yurt da sulh Cihan da sulh..
Sevgiler herkese