Bildiğiniz gibi seyahat etmek, uzak yerlere gidebilmek evvelki yıllarda her yiğidin harcı değilmiş. İnsanlar açıkça gerekmedikçe yerlerinden bile kımıldamaz, herkes kendi şehrinde yaşar, bir başka yere gitmesi için de genellikle önemli bir takım nedenleri olurmuş.
Seyahate çıkmak gerektiğinde günlerce düşünülür, ardından uzun uzun hazırlıklar yapılırmış.
Denizciler içinse bu durum oldubitti pek geçerli değildi. Onlar gemilerine binerek dünyanın en değişik yerlerine gider ve aylar boyu seyahat halinde olurlardı. Dünyanın farklı ve güzel kentlerini görme ayrıcalıkları bir yana hele o ‘Her limanda bir sevgili’ hikayeleri yok mu? Zannederim bu durum da ayrı bir haset konusu idi.
Ailelerinden devamlı uzak olmaları, hiçbir yere bağlı kalamadan okyanuslar ortasında bir deniz kabuğu gibi salınan gemide oradan buraya gitmeleri…
Denizin kudurduğu zamanlarda dalgalarla boğuşmak zorunda olmalarını es geçenler onların her limanda bir sevgilileri olduğu hayali ile denizcilerin hayatlarına şöyle bir iç geçirirlerdi.
Eh yalanda değil hani. İrili ufaklı gemiler, ambarlarındaki yüklerle bir limandan diğerine nazlanarak yüzerken zamanın ve şartların gereği uğrak yerlerinde indir bindir işlemleri nedeni ile epeyce bir vakit kaybedilirdi.
Gemi limanda uzunca bir süre geçirirse ne olacak? Elbette kaptan ve dahi mürettebat dışarı çıkacak, yemek yiyecek, alışveriş edecek, şehirle tanışacak…
Hele birde yükün düzenli olarak iki liman arasında taşındığını varsayacak olursak, çaresiz gidilip gelinen bu limanlarda çeşitli dostluklar kurulacak.
Aşklar, ayrılıklar, kavuşmalar yaşanacak. Mendiller sallanıp gözyaşları dökülecek. Kavuşmaların heyecanına sevgiliye bir ülkeden diğerine taşınan hediyeler eşlik edecek.
Alan memnun, satan razı iken bir zaman sonra malların ayrı ayrı taşındığı, hem yüklemeyi ve hem de tahliyeyi kolaylaştıran konteyner dediğimiz demir sandıklar icat edildi.
Konteyner gemilerinden ben kendi adıma pek hoşnutum da acaba kaptanları bu durumdan memnun mudur? İşte onu sormak lazım…
Arada bir gelen dökme yük gemilerini hesaba katmazsak (ki katmasak daha doğru, çünkü bir gelenin genelde bir daha gelmesi pek zor.) artık ne rıhtımda bir hafta kalan gemiler var, ne de adamcağızların işten güçten başlarını kaşıyacak vakitleri.
Gemi geldi, iş altı edildi.
İşi bitti derken gelmesi ile gitmesinin neredeyse bir olduğu herkesçe malum.
Hal böyle olunca da gemidekilerin sosyal hayata ayıracak vakitleri olacağı pek düşünülemez.
Mersin limanı tarafından bakınca bizim konteyner gemilerinin kaptanları, bırakın şehir gezmeyi gemiden burunlarını bile çıkaramıyorlar.
Derdi bize mi düştü diyebilirsiniz. Düşmedi elbette ama konteyner gemilerinin artması ile denizcilerin sosyal hayat anlamında özenilecek bir taraflarının da kalmamış olduğu ortadadır.
Buna rağmen de yaşadıkları zorluklar değişmeden aynen sürmekte. Deniz halen cilve yapmaya, mürettebat problemlerle uğraşmaya, kaptanların da sinirleri halen gerilmeye devam etmektedir.
Tüm bu tantananın arasında zaten sosyal hayatı tamamen bitmiş olan denizcilerin de gerçek birer Polyanna olması gerektiği açıktır.
Bunu başaranlar var mıdır? Gemiler her şeye rağmen bir limandan diğerine koştuğuna göre evet! Bize de onları takdir etmek kolaylıklar dilemek düşmektedir. Ne dersiniz?
Sevgiyle kalın.