Öncelikle Özlük Hakları konulu yazım ile ilgili çok sayıda olumlu dönüş aldım.
Bu hususta en büyük ve en kocamanından bir teşekkürü hak eden Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanımız Sayın Feridun BİLGİN ve değerli bürokratlarıdır.
Gösterdikleri çabayı kutlar ve denizciliğin gerektirdiği uluslararası norm ve kuralları abrayacak seviyede ve kalitede bir teşkilat yapısına sahip olunması hem Bakanlık hem de bu Ülke bireylerinin vazgeçilmez menfaatlerinin üçüncü şahıslar nezdinde korunmasında esastır.
Sık sık ekonomi ile ilgili yazılar yazdığımdan bugün biraz ekonomi ve siyasetin ilişkisine ihracat bağlamında değinmek istedim.
11.05.2015 Pazartesi Sayın Başbakan’ın başkanlığında çok sayıda Kabine mensubu Bakan’ın katılımı ile TİM’in organize ettiği ihracat birlik başkan ve yönetim kurulu üyelerinin yer aldığı toplantıya yönetim kurulu üyesi olarak katıldım.
Sene başında yazdığım yazılardan birinde USD-AVRO paritesindeki değişimin ihracat rakamlarını olumsuz etkileyeceğini belirtmiş ve aradan geçen sürede rakamlar tecelli etmeye başlayınca özellikle yüksek değerli Avro’nun yaratmış olduğu USD ihracat rakamı üzerindeki çarpan etkisi ortadan kalktığında USD bazında açıklanan ihracat rakamlarında düşüş olmaya başladığını gördük.
Bu durum AB’ne yapılan ihracatın genel ihracat üzerindeki ağırlığını göstermesi bakımından önemli ancak diğer taraftan 2008 krizinde yapılmaya çalışıldığı gibi AB pazarlarının daralması ile başka ülkelere ihracatı yayma gayretlerinin de gerekliliğini ortaya çıkaran bir olgu.Yani Türkçe meali ile yumurtaları farklı sepetlere yaymak lazım.Ancak bunu yaparken ihracat yapılan ülkelerle olan siyasi ilişkiler o ülkeye ihracat yapılıp yapılmayacağında belirleyici olmakta.
Ülkemizin komşuları Norveç ve İsveç olmadığından güney coğrafyamıza baktığımızda kuzey afrika ülkelerinin neredeyse tamamı ile çalışma imkanı zor gözükmektedir.
Cezayir,Libya ve Mısır en başta gelen ülkeler arasındadır.
Güneydoğu coğrafyamızda Irak merkezi hükümeti, Suriye ve doğal gaz aldığımız İran ile iş yapma imkanları da neredeyse zor veya imkansız seviyesindedir.
Kuzeyimize baktığımızda ise Rusya’dan ciddi meblağda doğal gaz ve petrol almaktayız ancak buna karşılık bir offset anlaşmasının yokluğunda ihracatın ithalatı karşılama oranı çok düşük kalmaktadır.
Batı’ya baktığımızda ise AB ile yaptığımız gümrük birliği anlaşması o tarihte Türkiye AB’ne girecek şeklinde pazarlandı ise de Türkiye AB üyesi olmadan gümrük birliğine giren ülke olarak tarihe geçti.
AB’nin ABD ile müzakere ettiği gümrük serbestisi ise, Türkiye dahil olmaz ise tamamen Türkiye aleyhine çalışacak bir mekanizma olacak.Daha açık anlatımla AB ve AB’nin anlaşma yaptığı ülkeler Türkiye’ye pazar olarak istediği malı satacak iken Türkiye AB’nin anlaşma yaptığı ülkelere bu yolla hiç bir şey satamayacak.Bugün yapılan bir anlaşma ile Türkiye ve AB gümrük birliğini güncelleyecek bir mutabakat zabtına imza attı.
Tabii bu sadece AB’nin konusu değil üçüncü ülkelerde işin içinde olacağından Türkiye’nin serbest ticaret anlaşmasından faydalandırılma ihtimalini düşük, Türkiye’nin AB’ne katılımı gibi on-yıllarca kapı önünde bekletilecek bir süreç olarak görüyorum.Tersi olur ise büyük bir başarı elde edilmiş olacaktır.
Yine Çin’in en büyük pazarı olan ABD’ne baktığımızda ise Ürdün,Mısır ve İsrail gibi ülkelerle serbest ticaret anlaşması var iken Türkiye ile bu şekilde bir anlaşma şimdiye kadar yapılmamıştır.
Bu kadar iç karartıcı şey yazdıktan sonra demem o ki Türk ihracatçısının işi zor!
Kapı kapı gezilecek, ülkelere vize alınacak ve gidilip o ülkelere ihracat yapılacak.Bir ara belirli hacmin üzerindeki ihracatçılara yeşil pasaport verilecekti ve bu her ihracat ödül töreni zamanı dile getirildi daha sonra unutuldu.
Benim başında olduğum grup yıllardır gemi ihracatında hep ilk üçte ancak hala vizesiz bir yere gidemiyoruz.
Fuar teşviği deniliyor teşviği alana kadar fuarın üstünden yıllar geçiyor bir de almak için yedi göbek gerisine kadar evrak veriyorsun alacağın zaman da ya böyle bir şey varmıydı diye unutuveriyorsun.
Yine 2008’de dünyada yaşanan kriz malum ve hem batımız hem de doğumuzda gemi inşanın standardı devlet destekli bir sektör haline geldi ancak Türkiye’de 5.bölge teşviği dışında bir teşvik verilmedi kaldı ki bu teşvik ihracat odaklı değil ve öyle olsa bile bu teşvik başka ülkeler ile kıyaslandığında bir rekabet farklılığı yaratma bakımından yok seviyesinde. Şimdi burada bunun tek tek detayına girebilirim ama sizleri bununla yormayayım ve konuyu dağıtmayayım.
Konuyu toplamak gerekirse yukarıda arz ettiğim konular hepsi birbiri ile uç uca bağlı olan şeyler biri olmadan diğerini başarmak zor.
Öncelikle kendi düşünce tarzımızı bürokrasi ve işadamları olarak değiştirmemiz gerekiyor.Ortaya ihracatı arttırmak ve mevcut ülke nüfusumuz ile gelişmiş ülke nüfusları ile yapılan ihracata orantılı seviyelere ulaştırmak gibi “Quantum-Leap” yani büyük bir sıçrama yapmak istiyormuyuz istemiyormuyuz gibi bir hedef koymamız gerekiyor.Şayet böyle bir hedef koymamız gerekiyorsa önce kendi içimizdeki ihracatın önünü tıkayan engelleri kaldırmamız
gerekecek.Burada en büyük iş siyeset kurumuna ve karar vericilere düşüyor.Yine siyaset kurumunun hedef ihracat ülkeleri ile ilişkilerde önden yolu açması gerekiyor ki ihracatçı o yoldan girebilsin.
Yine siyaset mekanizması ihracat için yeni bir teşvik sistemi geliştirmeli.1980 lerde USD2milyar olan ihracat uygulanan teşviklerle USD36milyar seviyelerine çıktı ve terlik kararnamesi gibi bir gün süreli doğru olmayan uygulamalar oldu ise de teşvikler kalktığında ihracat büyümesini sürdürdü ve tekrar USD2milyara düşmedi.Yani o dönem gerçek ihracatçı olmayanlar ayıklandıktan sonra dahi ihracatta ciddi bir sıçrama yapıldı.
Şimdi de “out of box thinking” yani kutunun dışında düşünerek ihracatı zıplatmak lazım.Tabii bunu yaparken ülkenin de özellikle ara mallarda yaşanan ithalat ihtiyacını ortadan kaldırıcı, yerli üretimi teşvik edici ve herşeyden önemlisi ülkede ihracata dayalı sanayii geliştirerek net ithalatçı bir ülke olmaktan çıkaracak plan ve projeler uygulanmalı ve desteklenmeli. Eğitim sisteminden altyapıya finans sektöründen mevzuatlara kadar birçok konuda hedef ve planlama yapılmadan bu işin altından kalkılması zor.
AB’de yaşanan kriz sonrası görülen neydi?..Dimdik ayakta duran bir Almanya!..Ne ile?.. Sanayisi ile...Maalesef sanayicilik zor iş ve kısa süreli rant elde etmek başka bazı sektörlerde olduğu gibi mümkün değil ama hızlı büyüyen Ülke nüfusuna kalıcı ve sürekli iş ve aş alanı ancak bu şekilde açılabilir.Yine Çin örneği...Afrika’da kendisine pazar alanı nasıl açıyor irdelenmesi lazım...
Yani her ay cari açık ver, bunu kapatmak için döviz girdisi olsun,olmazsa MB’sı faizleri yükseltsin sıcak para girsin...Bu döngü içinde gitmemek ve döngüyü kırmak için ciddi gayret, planlama ve niyet gerekiyor...
Seçimler yeni bir başlangıç ve yeni hükümetin sonuçları yine kendisine de fayda sağlayacak bu hususlarda üzerine çok görev düştüğünü düşünüyorum.
Hepiniz selametle kalın...