*****
kenya'da simsiyah yalnızım
yoksul bir şilepte gemiciyim
malezya'da yük bekliyorum
önümden çekilirsen ,
İstanbul görünecek
nerede olduğumu bileceğim...
*****
gözlerini söndürme
muhtacım
ben senin aydınlığına muhtacım
yepyeni bir ilkbahar harcayıp
bir yaz boğup,
bir sonbahar harcayıp
rüzgar gülünü arayacağım
oran'da pernanbouc'ta timbuktu'da
vinçler yine akşamları indirecekler
yine karanlığa bulaşacağım
gözlerin rüzgarda savrulacak...
Attila İLHAN
*****
Ramazan Bayramında resmi tatil nedeniyle tüm çalışanlar ve öğrenciler bayram tatilinde.
Herkes ailesiyle birlikte; bayram ziyaretleri yapılıyor.
Ama bir kesim var ki; onlar için bayramın diğer günlerden bir farkı yok.
Onlar ya Hint Okyanusunda; Atlas Okyanusunda veya Büyük Okyanusta bir yandan dalgalarla boğuşurken evine telefon etme uğraşında; ya da bir limanda yükleme-boşaltma işlerinden fırsat bulup şehre inip sosyal bir ortama girebilme telaşında.
Onlar bu bayram eşleriyle, çocuklarıyla birlikte olamadı; bayram ziyaretine gidemedi; böyle güzellikleri yaşayamadılar.
Denizcilerden söz ediyorum.
Hiç düşündünüz mü; çoğumuzun işe giderken gelip geçtiklerini öylesine görüp seyrettiğimiz ve bazen de gıpta ile baktığımız tankerlerde, konteynır gemilerinde, kosterlerde, çeşitli tip gemilerde kimler çalışır?
Bu metal yığını içerisindeki dünyalarında nasıl yaşarlar?
İster kaptan, ister miço; ister makinist, ister silici olsun; çeşitli sınıflarda ama hepsi aynı geminin içerisindeki bu insanlar; aslında çok zor yaşam koşulları içerisindedirler.
Sürekli makine gürültüsü ve vibrasyonu olan ve bazen az bazen çok ama sürekli sallanan bir mekan onarın yaşam alanıdır.
Şansları varsa tutturabildikleri uydudan televizyon seyrederler. Limanda bulundukları müddetçe acentenin getirdiği dışında gazete okuyamazlar. Sinemaya gidemezler.
Cumartesileri-pazarları yoktur. Öğlenleri çıkan kurufasulye yemeği dışında Pazar günü onlar için ayrı bir anlam taşımaz.
İstanbul’a günübirlik gelip İtalya’ya dönen; ve ailesiyle geçirecek yeterli zamanı bulamayan bir Türk gemisi kaptanıyla konuşuyorum.
“En iyi dostumuz, bize zarar vermeyen fırtına. Matapan’da bıraktık; dönüşte yine orada karşılaşıp bayramlaşacağız” diyor. “Denizde bayramın manevi anlamı zaten yoktu, artık o hale geldi ki maddi anlamı da kalmadı” diye de ekliyor.
Önceleri bayram ve tatil günleri denizcinin izin hakkına ekleniyormuş. Artık o da kalmamış. Çekilen onca sıkıntı sonunda onları bekleyen bir ödül de yok.
Denizciler genellikle 6 aylık kontratlarla çalışıyorlar. 6 aya 1 ay izin veriliyor.
Bu hesaba göre 25 yıl denizde çalışan bir denizci; bu zamanın ancak 4 yılını evinde geçirebilir.
25 yılın 21 yılını gemide geçirmek ve ancak toplam 4 yıl karada yaşayabilmek, çok büyük bir fedakarlık demek. Hem denizcinin kendisi için büyük bir fedakarlıktır bu; hem de ailesi için, eşi için, çoluk-çocuğu için inanılmaz bir zorluk.
Artık kamu sektörü denizcilikten iyice çekildi; denizcilerin haklarını koruyacak sendikalar eski gücünde değiller.
Navlunlar altın dönemini yaşarken denizciler de haklı olarak kendi sosyal konumlarının iyileştirilmesini bekliyorlar.
Haftaya dünya deniz taşımacılığının en iyi dönemlerini yaşadığı bu dönemi Türk denizcisi ve donatanı olarak; Türk Denizcilik Sektörü olarak değerlendirebiliyor muyuz sorusunun cevabını aramaya; bu konuda bir analiz yapmaya çalışacağız.